Barış Kötü Bir Çocuk

Barış Kötü Bir Çocuk
Yayınlama: 09.12.2016
A+
A-

Sıcak bir yaz günü, herkes tatilini yaparken ben tam gaz mesaiye devam ediyorum. Üniversitelerin tercih dönemi… Hem sosyal medya işleri, hem de üniversiteye gelen adaylar falan derken hem sıcak, hem iş kavuruyor. Allah var, salonun klimaları günde bin kişinin girdiği salonu BİM’in yoğurt, peynir dolabı gibi serinletiyor. Teknoloji müthiş. Derken müdürüm beni çağırıyor. Yanında esmer bir delikanlı. Gülmeye pek müsait, utangaçlığı aşikar… Belli ki 12 adım sonra yanlarına vardığımda mevcu bu delikanlı olacak. Muhtemelen iyi bir derece yapmış ve biz de onun üniversitemizde okumasını istiyoruz.  Son 3 adım. Müdürüm anlatıyor.
Merhaba Ereeeen. Serhat, Mardinli. (Mardin’e gittim.) Radyo Sinema ve Televizyon okumak istiyor. (İletişim mezunuyum) Derecesi de çok iyi. (Benim de derecem çok iyiydi)
Güzel eşleşme. Serhat’ı üniversiteye getirmek için zibilyon tane sebep sayabilirdim. Bir kısmı mutlak doğrular, bir kısmı da benim başıma gelen iyi şeyler…
Serhat beyaz gülen, esmer bir adam. Kürt adam Serhat… Bana abem der. Orada öyle herhalde. Türkçesi çoğu kez düzgündür lakin hoşuma gittiğini mi fark etti bilmiyorum, abim diyemiyor hala.
“Abem, ben aslında Mersin’de okuyordum. Fakat hoşuma gitmeyen şeyler oldu. Derslere gitmek istemedim, arkadaş edinemedim. Bıraktım.”
Öncesinde hayallerinden biraz konuşmuştuk. Derdini sinemayla anlatmak isteyen bir kardeşimiz. Derdini sinemayla anlatma güdüsüne sahip biri nasıl olur da pes eder? Ya de neden? Belli ki orada bir şeylerin iyi gideceğine inandıracak şeyler gelmemiş başına. İyi de olmuş. Serhat’ı tanıdım.
Serhat bizim üniversiteye geldi. Gelene kadar da telefonda hep görüştük. Geldi, hala görüşüyoruz. Köyünü anlattırıyorum ona. Mardin, Kızıltepe’nin bir köyü. Ara sıra bombalanıyor falan ama konumuz pek gelmiyor oralara. Laf lafı açarken köydeki çocuklardan falan bahsediyoruz. Bildiğiniz hikayeler; 14-15 yaşında kız çocukları kocaya, erkekler tekstile… Benden sonra oradan zannetmiyorum okuyacak biri çıksın abem diyor. Zekiymişler. İngilizceyi falan hemen öğreniyormuş zıpırlar. Serhat yapmak istediği bir şeyden bahsetti. Köyde minik bir kütüphane kurmak, gittiğinde çocuklara eğitimi aşılamak istiyor. Hayaline ortak oldum. Birlikte neler yapabiliriz onları konuştuk. Oraya belki bir bina yapabilir, İstanbul’dan abiler, ablalar (Öyle abi, abla değil.) götürür, onlara dans etmeyi, fotoğraf çekmeyi, İngilizceyi falan öğretiriz diye düşündüm.
Bir ara silkelendim. Önümüze çıkacak engelleri düşündüm. Hiçkimseyi rahatsız etmemeliyiz ki önümüze taş koymasınlar. Bir yandan da herkes duymalıydı bu yapılacak şeyi. Belki birileri özenir, her köye gerçek “saraylar” koyulabilir diye hayaller kurdum. Sesimizi duyururken karşımıza kimseyi almamak için neler konuşmamalıyız diye düşünürken aklıma gelen ilk kelime ile yıkıldım:
“Barış”